Filters
Done
    • -25% İndirim
      56.00

      Mehmet Gözükara, bu eserinde Elbistan ve çevresindeki bir nesil öncesi sayılabilecek, kendi ifadesiyle ‘Fertlerinin aynı kaptan yemek yediği ve aynı bardaktan su içtiği aile bağlarının güçlü olduğu zamanlarda’, göçebe ve tarım kültürüne ait sosyal hayatın yaşanmış hikâyelerini, modern hikâye tekniği ile ele alıyor.
      Elbistan ve dolaylarında geçen hikâyelerde Anadolu insanının sevgisi, zevki, vatan muhabbeti, hayata bakışı; aşk, macera ve heyecan örgüsü içinde sözlü geleneğe bağlı akıcı bir anlatım üslubu ile çok başarılı bir şekilde aktarılmıştır.
      Ramazan Avcı
      Mehmet Gözükara özellikle çocukluk döneminde yaşanmış ve rivayet edilen olayları yörede kullanılan dil, benzetme, deyim, dua ve bedduaları kullanarak akıcı bir şekilde anlatmış. Ben bu hikayeleri okurken sanki Elbistan’da geçen çocukluğuma tekrar dönüp o günkü ruh halini ve heyecanını yeniden yaşadım.
      Usta bir halk şairi olan Gözükara; dürüstlük, mertlik, adalet, vatanseverlik gibi kültürel değerleri şiir ve hikâyeyi bütünleştirerek anlatmış. Geçmiş dönemlerdeki günlük hayatta yaşanan olaylar, kırgınlıklar, çekişmeler, gelenekler, görenekler ve gönüldeki duygular hikayelerde çok güzel işlenmiştir. Kitap özellikle yeni neslin o günleri anlaması ve geçmişle günümüz arasında kültürel bağ kurması bakımından oldukça önem taşımaktadır.
      Durdu Güneş

    • -34% İndirim
      82.00

      Bir yazar tarafından Mustafa Kemal’in 12 Haziran 1919 günü Amasya’ya geldiği yazılmış, bu bilginin yıllarca gerçek olduğu kabul edilmiştir. Bununla birlikte Amasya ili 12 Haziran gününü Mustafa Kemal’in Amasya’ya geliş günü olarak kutlamaya başlamıştır. Tarihçilerimiz de bu olayla ilgili gerçek bilgileri yazmamış ya da yazma gereği duymamıştır. Aslında Mustafa Kemal, 13 Haziran 1919 Cuma günü sabah saat 8.30’da Havza’dan hareket ederek ikindi ezanı okunurken saat 17.00 civarında Amasya’ya varmıştır. Hatta Mustafa Kemal’in o günkü cuma hutbesini dinlemediği hâlde dinlediğini söyleyenler de ortaya çıkmıştır. Bu kitabın yazarı tarih okurlarına bu yalanları yazıp durmanın anlamsız olduğunu ifade etmek istemiştir. Ayrıca Amasya resmî makamlarına Mustafa Kemal’in Amasya’ya gelişi münasebetiyle düzenlenen kutlamaların bir gün önce yapıldığı kaynaklarla anlatılmaya çalışılmış ve bu yanlışın akademisyenlere danışılarak düzeltilebileceği kendilerine nazikçe söylenmiştir. Ancak ilgili şahıslardan “Sen istediğin gibi yazabilirsin.” cevabı alınmıştır.

    • Out of Stock
      37.00

      Hey sen!
      Evet sen, şu anda bu yazıyı okuyan çocuk!
      Maceradan maceraya atılmak ister misin?
      “Evet” mi dedin?
      O zaman sıkı dur, elinde bir uza macerası tutuyorsun.

      Uzayı araştırmayı seven Bintuğ ve Göktuğ’un nefes kesen macerası seni bekliyor! Bir sevgi gezegeni olan İsoryama’dan gelen dostların yardımıyla uzay yolcuğuna çıkan Bintuğ’u ve Göktuğ’u acaba ne gibi maceralar bekliyor?

      “İSORYAMA – AMAYROSİ” mücadelesinden sevgi mi üstün ayrılacak oksa nefret mi?
      Bu kitapta okuyacağın maceralar gelecekte astronot olduğunda belki senin de başından geçecek!

      Haydi artık okumaya başla!

      Uzay aracının roketini ateşle!

      Bekleme zamanı değil macera zamanı!
      …5,4,3,2,1,0.

    • -20% İndirim
      200.00

      AN, kitabının doğuşunda da ‘Nereden nereye?’ dedirten bir hikâye saklı. Dijital fotoğrafçılık kurslarını sürdüren Mithat Ünal, Özellikle fotoğraf çekimindeki enstantane hızı yani perde açılıp kapanması arasındaki kısa sürede sensörün fotoğraf kaydından etkilendi. Gün be gün bunun üzerine yoğunlaşan Ünal, maddenin mekanını ve zamandaki geçişlerini sorgulamaya başladı. Ve video ile fotoğraf arasındaki fark, Ünal’ın düşüncelerini bambaşka yerlere götürdü. Videonun bir saniyesinde 25, 30 ve 60’a kadar biriken kareler saniye ilerledikçe hareket algısı oluşturuyordu. Yani saniyenin 30’da birini bir an olarak düşünürsek, bir saniyede 30 an, yani 30 adet fotoğraf karesi vardı. Peki ya evrendeki An’ın anlamı neydi?
      Eğer filmi zaman olarak alırsak, bir saniyede geçen filmde 30 tane an var. Yani filmin bir saniyesine durup baktığımızda, 30 adet fotoğraf karesi sayabiliriz. Ya bunu evrende değerlendirecek olursak ortaya nasıl bir anlam çıkar? Mesela Bing-Bang Teorisine göre, evren, büyük patlamanın bir saniye sonrasında saniyenin milyonda biri kadar bir zamanda (ki bu durum, saniyenin bir milyonda birini bir an olarak gösteriyor.) evren milyarlarca ışık yılı kadar uzağa genişliyor. Bu genişleme şimdi saniyede 70 kilometre hızla ilerlemeye devam ediyor.
      İşin püf noktası ise her anda maddenin aynı kütlesini koruyarak zamanda devam etmesi. Bu konuya girdikçe yaşamın sorgulanması da devam edecektir. An Kitabı’nın ana özelliği işte bu sorgulamadır. Bilimin henüz cevaplayamadığı, ama Yüce Allah’ın aklımıza sordurduğu ve her sorunun mutlaka bir cevabının olduğu evrende, ‘Mutlak Bilgi, Mutlak Mucize ve Mutlak cevapların sıralandığı, maddenin zaman ve mekanda sürdürdüğü varlığındaki gizemli devamlılığı gelin isterseniz kitabımızda sorgulayalım ve mutlak olmasa da cevabı yine sorgulayarak bulalım. Fikirlerime kıymet verip raflarınızda kitabıma yer verdiğiniz için teşekkür ederim. Umarım bir nefeste okur ve beğenirsiniz.

    • -22% İndirim
      140.00

      Ben teşrin-i sani- de
      Ayın on dördünde doğmuşum
      Babam
      Bin dokuz yüz otuz yedide
      “Her hususda zemet olarak bulundu” yazmış.
      Nüfus cüzdanıma
      Bin dokuz yüz kırk beşte ilkokula giderken
      İkinci dünya harbi patladı
      Damımızın saçağından
      Bir Alman uçağı silip geçti
      Hayvanlarımız iplerini koparıp kaçtı
      Zindan alanına uçak düştü
      Önce seyredildi
      Sonra kurşunları
      Ardından da nesi varsa yok edildi
      Bin dokuz yüz elli ikide Kore harbi başladı
      Aynı yıl NATO’ya girdik
      Altmışta yirmi yedi mayıs devrimi
      Ben elli ikinci dönem yedek teğmeni
      Altmış beşlerde yön dergisi
      Altmış yedilerde solcu
      Yetmişlerde ilerici
      Yetmiş üçte partici
      Yetmiş dörtte siyasetçi
      Ve il genel meclisi üyeliği
      İlk toplantıda; mülazım’ı –sani
      Bin dokuz yüz yetmiş beşte
      İdare-i-umumiye-i-vilayet kanunu muvakkatinin
      Yüz on sekizinci maddesi uyarınca
      İl-daimi encümeni üyesi
      Seksenli yıllarda yazıp çizmek
      İki bin dört kasımında yedi metrelik
      Zeytin ağacından düşmek
      Sağ ve sağlam kalmak
      İki bin altıda ağır bir ameliyat geçirmek
      İki bin yedide yetmiş yaşına girmek
      Tek değişmeyen işim
      Öykü yazmak
      Roman okumak
      Anı yazmak
      Şiir okumak
      Bir de iyice bunalınca sesimi yükseltmek
      Uzun-kısa yolculuk yapıp paylaşmak
      Ve değişimi yaşamak…

    • -17% İndirim
      400.00

      Toprak sende sürüldü, tohum sende saçıldı
      Yumuk yumuk gözlerim sana sende açıldı
      Herkes gibi ağladım ben de belki doğarken
      Belki güne geç kaldım, belki de geldim erken
      Bebek oldum belendim öğütülmüş toprağa
      Büyüdüm çocuk oldum elim erdi yaprağa
      Bilmedim neye yarar, neler var yüzde, binde
      Körebeler oynarken kör duvarlar dibinde
      Saklananı aradım, akşamda koyak koyak
      Yıldızlara bakarak yürüdüm yalınayak…
      Ey Barak! Sensin benim doğduğum köyüm Barak
      Yavan aşım, ekmeğim, doyduğum köyüm Barak
      Kağnılar gidiyorken şafak vakti Kepir’e
      Uyanırdım uykudan, sıçrardım birdenbire
      En mahmur gözlerime sürerken ellerimi
      Sanki sever, okşardım uyanan kaderimi
      Bir elimde anamın dürdüğü dürüm vardı
      Bir elimde değneğim belki boyum kadardı
      Kırda serin suyunu özlerken kuyuların
      Koşardım peşlerinden körpecik kuzuların
      Ne var, ne yok bilmeden hangi geleceğimde
      Yapayalnız yaşardım çocuksu yüreğimde
      Ah barak! Sensin benim bulduğum köyüm Barak
      Er ömrümde en mutlu olduğum köyüm Barak…

    • -32% İndirim
      170.00

      Düşe durdukça cemreler,
      gönlüm ümitsiz bir düşe durur
      Kavuşmak mı hangi bahara?
      söylerde durur
      Sevmek, cemre düşmesidir
      gönüllere bilirim
      Açıver gönül pencereni,
      düşüversin cemreler
      Düşüversin de düşlerime,
      baharım olsun
      Çok görme ne olur, düşsün de
      son baharım olsun.

      Bir denetim elemanı olarak, güzel ülkemizin dört bir bucağında yoğun bir iş temposu içinde koşuştururken; ülkemin güzel insanlarıyla sadece denetleyen ve denetlenen olarak değil, hayatın olağan akışındaki insani ilişkilerin odağında bir “insan” olarak yaşadıklarımı hiçbir zaman unutamadım. ‘Denetlenmiş yaşamımızın’ yalnızlık anlarında not ettiğim, o samimi anları ve o anlarda hissettiklerimi sizlerle paylaşmak istedim. İstedim ki hatıralarına koşmak, hüzünlerinde mutluluk aramak, anı yaşayarak geleceğe umutla bakmak isteyen, güzel insanlarla hemhal olayım.
      Tüm zorlu koşuşturmalarım arasında, çocuklarıma bırakabileceğim en büyük mirasın; iyi bir “ben” olduğunu bilerek mutlu olmaya çalıştım. En büyük sermaye talebim ise “Hesap Gününe” yalpalamadan yürümek ve Can YÜCEL’in dizelerinde anlam bulan en çok sevilen baba olmaktır. Rabbim yürüyüşümüzü kolay kılsın, akıbetimizi hayreylesin.

    • -30% İndirim
      112.00

      Nevzat Torun bir öğretmen, anılarını yazarken sadece öznel olarak yaşadıklarını anlatmıyor kıssadan hisse tarzında bir ders veriyor. Anılarının içinde neler yok ki, köyde öğretmen olmanın zorlukları, köydeki insanların algıları ve yanlışları, mahrumiyet bölgesinde iklim şartları, doğa hareketleri, siyasi anlayışın toplum üzerindeki etkileri, bürokratik çarpıklıklar…

      Torun, çok iyi bir gözlemci ve iyi bir hikâye anlatıcısıdır aynı zamanda. Sadece kendi yaşadıklarını anlatmıyor, şahit olduklarını, duyduklarını da aktarıyor. Bunu yaparken bir gazete muhabiri gibi durum tespiti yapmıyor, filozofik bakış açısıyla değerlendiriyor. İçinde mutlaka üçüncü şahısları ilgilendiren ibret verici hayat hikâyelerini esas alıyor.

      Durdu Güneş

    • Yeni -32% İndirim
      170.00

      Resülullah (s.a.v.) Efendimiz Buyurmuştur ki:
      “Hasta olmadan önce sağlığınızın kıymetini bilin.”
      Ve yine Resülullah (s.a.v.) buyurdu:
      “İki nimet vardır. İnsanlardan pek çoğu bunların kıymetini bilmez ve zarar etmiştir.
      Bunların ilki Sağlık. Diğeri Boşvakittir.”
      Diye hadis etmiştir.

    • -26% İndirim
      48.00

      İlk emir “Oku!” olduğuna göre yazmak da bu emrin içerisinde… Okumak ile yazmak aynı kaderi paylaşan denizler gibi… Tatlı suyun tuzlu suya karışmadığı o ince çizgi üzerinde önce okuyup sonra da yazmanın keyfi yaşam döngüsü içerisinde başka hiçbir yerde bulamadığım bir zevktir. Yazmak kesinlikle bir hedefe, topluluğa, millete, ideolojiye veya o her ne ise yöneltilemez. Yazmak varlığı ve var olanı çevrelemektir. Kalemini birilerinin, bir düşüncenin, bir topluluğun, bir ideolojinin satıcısı yapan kişiler yazar veya şair değildirler! Siz böyle kişilere ne isim verirseniz verin! Eğer okuyucu okuduğu kitap içerisinde kendisine ait bir değer bulabiliyorsa, işte o yazar başarılı bir yazardır. Bu durumda yazı amacına ulaşmıştır. Toplumun her kesiminden insana seslenmek kolay bir iş değil, ancak yapılması gereken bir eylemdir. Aynı kitabı okuyan okuyuculardan kitap içerisinde kimi çocukluğunu, kimi gizli kalmış duygularını, kimi korkularını, kimi sevinçlerini, kimi üzüntülerini veya yoksunluk çektiği, özlediği, umursadığı, çekindiği herhangi bir duyguyu bulabiliyorsa kitap başarıya ulaşmış demektir… Umarım silinmez kurşun kalemimden çıkan bu kitabı okuyan herkes anlatımlarda kendisi için bir değer bulabilir… İyi okumalar…

      Konur Alp Demir’in kurşundan ağır kaleminden… “Araf”…

      Konur Alp Demir

    • -40% İndirim
      60.00

      Gerçek bir savaşçı yok ettiği değil kurtardığı canlarla ölümsüzleşir.

      -Lütfen Sunda. O daha bebek. Dedi Arol.
      -Kahretsin. Biliyorum. Bir bebek aynı senin gibi ve bebekler baş belası oluyor yani senin gibi. Dedi Sunda.
      Tüm söylenmelerine rağmen eğilip yavruyu sıkıştıran kapanı açmak için uğraşmaya başlamıştı. Arol gülümsüyordu.
      -Baş belası ne demek Sunda? Diye sordu Arol.
      Sunda eliyle kendi alnına vurdu. Sonra derin bir nefes aldı.
      -Arol lütfen anlamsız sorular sormayı bırak ve gelip bana yardım et. Dedi.

    • -33% İndirim
      600.00

      Bu kitabın ortaya çıkışının yolculuğuna dokuz Aralık bin dokuz yüz yetmiş iki yılında, babama göre on iki, anama göre on dört yaşımda başlamışım. O yıllarda, o yaşlarda ne amaçla böyle bir işe giriştiğimi inanın bugün bile anımsamıyorum. Yarım asırdan fazla bir yolculuğu notlar alarak yürümek aklımdan bile geçmezdi. Hiç düşünmemiştim de. Geride bıraktığım elli bir yılda iki üç sayfa birine, iki üç satır birine derken, on dört on beş defter olmuş. İki bin dört yılında Ankara-Batıkent’te bir ev alıp; benim etime buduma göre çok mükemmel kütüphanemi yaptırdım. Bin dokuz yüz seksen cuntacılarından korkumuzdan yaktığım kitaplarımın intikamını alırcasına, yıllar içinde bin bir emekle yeniden edindiğim kitaplarımı yanımda bir bardak rakı eşliğinde türkü söyleyerek, yalanım yok, bazen de söverek kutulardan çıkarıp raflara yerleştirirken, lise yıllarımda arkadaşlarımın benim için yazdıkları “Hatıra Defteri” karşıma çıktı. Böyle bir defterimin olduğunu tamamen unutmuşum. Şöyle bir karıştırınca kendimden utandım da. “Bu defter sonsuza kadar saklanacak” demişim. Peki nasıl olacak bu iş! Böyle giderse; ya yoldan geçen bir hurdacıya verilecek ya bir ev temizliğinde çöpe atılacak, ya mangal tutuşturmada kullanılacak. Aklımı toparlayıp bir karar verdim. Bu zamana kadar tuttuğum not defterlerini sıra ile, sonuna da hatıra defterini bilgisayara aktaracağım.

    • -38% İndirim
      300.00

      Belki de daha mutlu bir dünyada yaşamak için, nasıl çocuk olmamız gerektiğini yeniden hatırlamanın zamanı çoktan gelmiştir. Çocuklarımıza hayatın bizi kirletirken öğrettiği hilelerini dikte etmeyi ve onları solmuş birer yetişkin olmaya zorlamayı bırakmalıyız. Gelin yetişkinler olarak bu işi beceremediğimizi kabul edelim. Bırakalım geleceğin sahibi olan çocuklarımız bize öğretsinler. O zaman belki insanlar daha fazlasını elde etmek için bozmak ve bozulmak yerine, ellerinde olana değer vermeye başlarlar. Mutluluğu içi boş, bozguncu dünyevi hedeflerde aramayı bırakıp, bu dünyaya geldiğiniz saf halinizde bulmanın yolu ve anahtarı elbette doğru rehberleri takip etmekle mümkündür. Doğru rehberlerden kasıt nedir? Sorusunun cevabı şüphesiz açıktır. Elbette çocuklar ve içindeki çocuğun ölmesine izin vermeyenler…

    • -26% İndirim
      37.00

      Korkuyordu karanlıktan çünkü biliyordu artık yeni şafaklar olmayacak. Kalbi şahit oldu son güneş batımına, artık umutlar da olmayacak…

      Her şeye son noktayı koyarken dudaklarına taşıdığı tek cümledeki imzası vardı. “Artık bitmeli.” Oysa henüz bilinmese de şafağın battığı yerde dolunayın ışığı doğuyordu.

    • -26% İndirim
      260.00

      Şerh ve belâgat, İslâm ilim ve edebiyât geleneğini aktaran iki önemli usûl dâiresi olarak kabul edilip, daha önceden yazılmış eserleri anlamaya ve anlatmaya yönelik gayretlerin sonucudur. Belâgat gibi şerh de olanı, sözlü ve yazılı metin anlama ve anlatma gayretlerinin gelenekleşmiş müktesebâtının ürünüdür. Tanzimat’tan sonra yaygınlaşan “eski-yeni” tartışmaları, belâgat sahasında ilk kez Ahmed Cevdet Paşa’nın Belâgat-ı Osmâniyye’si etrâfında cereyân etmiştir.

      Elinizde bulunan bu kitap, iki farklı ancak gayeleri benzer eserlerden oluşur.

    • -34% İndirim
      59.00

      “Bir şeyin var olması için yaşaması için diğer şeyin olması gerekiyorsa eğer, bizler iki şeyden birine ne kadar önem veriyoruz?” hiç düşündük mü? Veya “boş ver” kutusuna mı attık her zaman? Hiç geri dönüp bakmadan ardımıza. Bir gün aklımıza gelmiyor bile boş ver kutusuna bıraktıklarımız. Neden, niçin peki? Çünkü her şey tıkırında işliyor ve sen bunu biliyorsun, kâinat senin yaşaman için her türlü fedakârlığı yaparken, sen bir cellât gibi elinde kılıcın, onun hayat hakkını elinden almaya çalışıyorsun. Oysaki sen, o olmadan, işlemeden, yaşamadan, yaşayamazsın bunu bilmen gerekmez mi?

      Elinde koca bir dünya ve ardında ufuklar ötesi bir kâinat senin için yaratılmışken sadece “insansın“ diye var olmuşken yaptığın bu hezimet, hüsran, sadâkatsizlik nedendir? Biz böyle mi olmalıydık, böyle mi yaşamalıydık, kumandanı olduğumuz orduyu böyle mi sahiplenmeliydik?

      Hiçbir şekilde isyan etmeyen, propaganda yapmayan, ayaklanmayan sadâkat timsali, bir dünya ve kâinat gibi neferlerimiz varken, onlara böyle mi ödül vermeliydik?