Edebî metinler salt kurgudan ibaret değillerdir. Onlar barındırdıkları kurgunun altında toplumda meydana gelen sorunları da yer verirler. Böylelikle her roman sosyolojik bir hüviyete sahiptir esasında.
İşte İnci Yılmaz Şimşek’in birbirinden nadide öykülerini barındırdığı bu kitap da bu hüviyete nail olan eserlerdendir. Çünkü Şimşek her öyküsünde akıcı bir üslupla kadınerkek ilişkisi, benlik problemi, özentilik, görgüsüzlük gibi toplumumuzun kanayan yaralarına temas etmekte ve âdeta toplumun bir fotoğrafını çekmektedir.
Edebi metinler salt kurgudan ibaret değillerdir. Onlar barındıkları kurgunun altında toplumda meydana gelen sorunlar da yer verirler. Böylelikle her roman sosyolojik bir hüviyete sahiptir esasında.
İşte İnci Yılmaz Şimşek’in birbirinden nadide öykülerini barındırdığı bu kitap da bu hüviyete nail olan eserlerdendir. Çünkü Şimşek her öyküsünde akıcı bir üslupla kadınerkek ilişkisi, benlik problemi, özentilik, görgüsüzlük gibi toplumumuzun kanayan yaralarına temas etmekte ve âdeta bir fotoğrafını çekmektedir.
Kendi dilini arayan, sözcüklerini zaman zaman düşlerde, zaman zaman gerçeklerde gezdiren M. Faik Güneysu’nun ilk şiir kitabı Senbahar. İçinden geldiği çevrenin ruh halini, yaşam biçimini, kendi isyanı ile harmanlayıp şiire dökmüş yazar.
…
Bakarken bayılttığımız günlere
Gözlerimiz
Düş de peşime
Gel der gibi
Gövermiş uykularımız
Salınmakta
Çamaşır iplerinde…
Sevdasını, düşlerini dizmiş sözcüklere bazen de.
…
Benim bekleyecek sabrım yok
Yarın güneşli olabilir ama
Sen olmayabilirsin
…
Ekonomik, sosyal çarpıklığı işlemiş bazı şiirlerinde.
Yobazlara, cahillere dokundurmuş arada.
…
Sen nere cennet nere
Şıhın gider senin yerine
…
Yeni şiirlerle gelecek M. Faik Güneysu. Şiirin kucağına düştü, sözcüklerin kabuğunu kırdı bir defa. Yolu açık olsun.
Veli Erdem
Ben kim miyim? Ben acılarını, aşkını, sevdasını, sevdiğini, yüreğini, gönlünü Karadeniz’in azgın dalgalarına salan, Karadeniz’in en derinlerinde kaybolan, kendini bulamayan Talha. Dedim ya çok yarım kalmışlıklar vardır Karadeniz’de diye. Benimki de yarım kaldı. Ne gecem ne gündüzüm oldu. Yarım kaldıktan sonra yetim, öksüz kaldım. Yaşayamadığım duygularımla hayatım gitti elimden. Öldüm de geldim ben, velhasıl kelam. Benim de hikâyem başladı ama bitmedi.
SENETSİZ SEVGİLER
Seher vakti sevdalar sinelerde metlenir
Yâd edilen yarenler dillerde denetlenir
Yollar bir bir kesişir ve kollar kenetlenir
Kucaklarda kar olur, yağmur olur sevgiler
Selamları sessizdir kumruların, kuşların
Yürekleri yalnızdır yolcusuz yokuşların
Temeline taş koymaz terlemeyen tuşların
Omuz olur aşklara, omur olur sevgiler
Başta bahar olursa bedenler çiçek açar
Gözün gönlü var ise nazarından nur saçar
Hakikatler susunca hikmetler kalır naçar
Ham hayaller elinde hamur olur sevgiler
Güne ağlar maziler, yarınlar yaşı keser
Akıl ayda yol arar, cehalet başı keser
Bir âlimin sözleri bazen savaşı keser
Umut olur özlerde, umur olur sevgiler
Dillerde efsaneler aşklara misal olur
Türküler destanlaşır, öyküler masal olur
Elde yasak olanlar yürekte yasal olur
Gözlerde, gönüllerde mahmur olur sevgiler
Akşam olur ufuklar kırmızıya boyanır
Gecenin gizemleri gökyüzüne dayanır
Her şafağın koynunda bir istikbal uyanır
Yarınlara yeniden memur olur sevgiler
Gündüzlerin çizgisi belli ise günde net
Güllerin yeri, yurdu gülistan olur elbet
Sinedense sevgiler, ne çek ister ne senet
Sevdanın sarayında mamur olur sevgiler
Hayat, insanın kaderi ile ederinin toplamıdır. Kader, insanın seçemedikleridir. Aidiyet: aile, toplum; genetik-engel-yetenek vs. Kaderin dışında kalan insanın kendi tercihleridir. Düşünceler, akıl-idrak edinme, uğraş-azim, tecrübe, hisler, yatkınlık-meyil ve tercih edildiği kadarı ile özgürlük. Bu iki bileşen iç içedir; daha fazla ya da daha az… Sonuçları etkiler. Yani hayat, insanın kaderi ile tercihlerinden oluşur.
Seni seversem kaybederim!
Gündüzler görmeden
Geceler dinlemeden
Sırrını severim…
Seni seversem kaybederim!
Eller bilmeden
Yollar bulmadan
Saklını severim…
Seni seversem kaybederim!
Senden öncesini
Senden sonrasını
Yokluğunu severim…
Seni seversem kaybederim!
Bakıp geçtiğin yerleri
Geçip gittiğin yolları
Ardını severim…
Seni seversem kaybederim!
Sana dokunan rüzgârları
Seni gören kuşları
Sana dair severim…
Herkes hayatta mutluluğa kendi kalbinin derinlikle rine yaptığı yolculuklarla ulaşır. Çünkü yüreğimizin tüm rüzgârları bizi devamlı oraya sürükler.
Hermann Hesse der ki: “ Her insanın hayatı onu kendisine götüren bir yoldur”
Aşk kendine yaptığın bu yolculukta sana yol arkadaşlığı yapan ve seni özüne götüren en önemli enstrümandır. Ama bu yolda gerçek aşkı, gerçek sevgiyi buluna kadar çeşitli zorluklardan geçer ve sınanırız. Bu yol emek ister, sabır ister ve çoğu zaman acı deneyimlerin bize yaşattığı zorluklara göğüs germeyi ister…
Yani;
Şiir tadında bir aşkta saklıdır gerçek mutluluk…
Yani;
Sevdiğinin aşk başkentini kendi kalbinin başkenti eylemektir…
Ve şiirler;
Tam da bu aşk enstrümanından çıkan en lezzetli melodileri, dizelere döken muazzam bir mutluluk kaynağı, şahane bir içsel gezintidir…
Serhat Ertuğrul
Ne kaftanımız vardı, üstümüzde kürklü,
Ne elde kılıç – kalkan.
Yenemedi ama yine de
Ne kör talih, ne de zaman.
Bitmedi yani hayatla kavgam.
Huzurlar hep düşman kaldı,
Mutluluk selam vermedi uzaktan.
Sen geldin ya gönlüme,
Ben istemem sonbaharı,
Baksana her taraf hazan.
Belki olamayız da güller açtıran nisan,
Bari olsaydık bol güneşli haziran.
Ey gidi eski günler geldi geçti yel gibi,
Şimdi o sokaklarda hepten olduk el gibi,
Ne çınarlar devrildi” yerinde yeller eser,
Hakikat kırıcıdır kime söylense küser.
Ömrü benzetiyorum sürat teknelerine,
Nerde göçüp gidenler hiç gelmez yerine,
Baktıkça üzülürüm onların hallerine,
Kulak verip dinlerim bülbül namelerine.
Yol dediğin an gelir haber vermeden biter,
Kaptanı sarhoş gemi küçük dalgada batar,
Etkilenmeyen olmaz sonbahar rüzgârından,
Bütün dertlenişlerim keyif değil zorumdan.
10.12.2007 855 İsmet GÜR
…
Merak etme avucumdaki
O serçeyi ben ağzımla tutmadım.
İstesen de tutmam zaten,
Çünkü ben tutmadan da sevmesini
bilirim…
Avucumdaki
O küçücük serçe de zaten çoktan melek
olmuş gitmiş…
Fakat bilmen gereken bir sey var,
Ama doğru,
Ama yanlış,
Çünkü serçeler gözyaşı döktüklerinde
ölürler be
Arkadaşım,
Ölürler…
…
“Şerif Ali’nin Gizemli Hayatı” kitabı geleneklerimizden ve ortak mirasımız olan kültürümüzden çeşitli örnekler içermektedir. Açık ve yalın üslubuyla çocukların kolayca anlayabileceği bir hikaye olmasının ötesinde içerisindeki başarılı betimlemelerle okuyucuyu olayların içine çekip akıcılığı yakalamaktadır.
Hikayenin genelinde geçen olaylar kitabın sonlarına doğru ana fikre bağlanıp çocuklara sunulmuştur. Kavramların yerli yerindeki açıklamalarıyla olumsuz örnek oluşturabilecek öğelere yer verilmemiştir.
Anne ve babaların çocuklarına gönül rahatlığıyla okutabileceği bir kitap olmasının yanı sıra yetişkinlerin de okurken keyif alabileceği geniş bir kitleye hitap edebilen hikaye anlatıcılığının güzel örneklerinin arasına girmeye aday bu kitap sürükleyici anlatımıyla siz okuyucularını bekliyor.
Psikolog Eylem Yılmazel Koçyiğit
Ağır ağır, sessiz ve yorgun bir şekilde,
Siyah elbisesinin eteklerini toplayıp
Gitmeye hazırlanırken gece.
Turuncu elbisesiyle
Gülümseyerek uğurladı onu şafağın kızı.
Şiirde bir üslup vardır, her şairin kendine mahsus bir tarzı olur biliyorum. Ama bir de ortak olan, herkesin uyması gereken noktalama, imla kuralları vb. kurallar vardır.
Evet ben ölçülü, kafiyeli şiirlerimde bu kurallara uymaya azami özeni gösteriyorum. Ancak serbest şiirde bu kurallar bunaltıyor beni; özgürlüğümü elimden alıyorlar sanki. Duygularımın bir kalıba döküldüğünü zannediyor ve dört duvar arasına hapsolduğum hissine kapılıyorum âdeta. İşte o zaman yıkmak istiyorum bütün kuralları…
Zaman zaman da -haklı olarak- birileri soruyor bana:
“Hocam, siz ölçülü, kafiyeli şiirlerinizde kurallara azami şekilde dikkat ederken serbest şiirlerinizde neden noktalama, imlâ kurallarını hiç önemsemiyor ve hiç büyük harf kullanmıyorsunuz?..”
İşte bütün samimiyetimle söylüyorum ki başkaca hiçbir maksadım yok. Kurallar özgürlüğümü kısıtlıyor gibi geliyor bana. Hele bir de bu kitapta özellikle bazen aşk, sevgi, sevda; bazen vatan, millet, dava; bazen de havadan sudan değişik temalar işlendiğinden, onların da kurallar sınırları içerisinde hapsolmalarını istemiyorum. Onun için de özgürlüğüme; duygularımın, düşüncelerimin özgürlüğüne dokundurmama adına uymuyorum kurallara. Yoksa kuralsızlığı savunma ya da birilerine öykünme vb. adına falan yapmıyorum bunu. Böyle biline…
Gün gelir mısralar, kanatlanıp çıkar bulutlara seyran eyler asırları. Mevsim olur sarmalar ömrün her demini, irdeler evveli. Nisan olur, gözlerden iner sevda tarlalarına. Ağustos olur, kavrulur beste-beste. Sarı sonbahar olur sözcüklerde, yaprak döküp hüznü besler. Kış olduğunda ölümcül boran olur, savrulur durur…
Gün gelir müebbet yemiş zindan olur, yalnızlar beldesini fethedip açılır uçsuz bucaksız sulara. O sular ki ne zaman tanır ne mekân…
Bazen mavi, bazen gri bir günü bazen de zifiri bir geceyi giyinir. Heyulalar eşliğinde bedensizler tahtına oturup çağırır kargışları, omuz üstünde baş koymaz haykırışları…
Kervanlara omuz verir, gezdirir diyar-diyar. Vardığı her şehirde sinsi yüzlere çarpıp dağılır, peyderpey eriyip toprak olur. Semaya açılıp duaya duran ellere abanıp doğrulur. Düştüğü yerden kalkarak destan olur.
Hasretin, vuslatın, hicranın adı olur; hüznün, kederin, sevincin ânı mazi denizinde alabora olmuş gemilerde ise anı olur.
Gün gelir, mitler sofrasına meze olur efsunlu kapıları aralar… Periler meclisine söz olur, katli vacipler hücresine urgan… Bir kundakta, kartal pençesine aş olup yıldırımları yoldaş eyler. Bulutlardan inip arzın dibinde kararır, katran olur…
Gün gelir, ânı yadırgar evvelin büyülü kapısını aralar ve düşer kaybolan yılların ardına.
Söz şimdi yine mısralarda, binsin zaman adlı gemiye; sesler, nefesler ve siluetler arasından süzülüp varsın büyülü evvelin derinliklerine…
Sessizliğin Determinantı; hayatın gerçeği olan duyguları, sorgulayışları, hataları, kayboluşları, isyanları anlatan masallardan oluşuyor. Her insanın hayat yolculuğunda mutlaka ömrünün bir anına değmiş olan aşk, çaresizlik, ölüm, yalnızlık gibi duyguların yanı sıra varlık sorgulamalarını, bazı toplumsal gerçeklerin ve dayatmaların insan ruhunda yarattığı sıkışmışlığı yazarın yüreğinin ve zihninin objektifinden yansıtıyor.