Bir yazar tarafından Mustafa Kemal’in 12 Haziran 1919 günü Amasya’ya geldiği yazılmış, bu bilginin yıllarca gerçek olduğu kabul edilmiştir. Bununla birlikte Amasya ili 12 Haziran gününü Mustafa Kemal’in Amasya’ya geliş günü olarak kutlamaya başlamıştır. Tarihçilerimiz de bu olayla ilgili gerçek bilgileri yazmamış ya da yazma gereği duymamıştır. Aslında Mustafa Kemal, 13 Haziran 1919 Cuma günü sabah saat 8.30’da Havza’dan hareket ederek ikindi ezanı okunurken saat 17.00 civarında Amasya’ya varmıştır. Hatta Mustafa Kemal’in o günkü cuma hutbesini dinlemediği hâlde dinlediğini söyleyenler de ortaya çıkmıştır. Bu kitabın yazarı tarih okurlarına bu yalanları yazıp durmanın anlamsız olduğunu ifade etmek istemiştir. Ayrıca Amasya resmî makamlarına Mustafa Kemal’in Amasya’ya gelişi münasebetiyle düzenlenen kutlamaların bir gün önce yapıldığı kaynaklarla anlatılmaya çalışılmış ve bu yanlışın akademisyenlere danışılarak düzeltilebileceği kendilerine nazikçe söylenmiştir. Ancak ilgili şahıslardan “Sen istediğin gibi yazabilirsin.” cevabı alınmıştır.
Mustafa Kemal, Türklerin ilk yurdu ve Ergenekon hakkında gerçek bilgilere ulaşmak istemektedir. Salih Bey, aracılığıyla Tahsin Bey’i Çankaya’ya davet eder. Tahsin Bey’in ağzından çıkan “MU” kelimesi sanki Mustafa Kemal’in buzdağının altında kalan büyük takviminin anahtarı olmuştur. Odasına çekilip gözlerinin kapamasıyla binlerce yıl öncesinde var olmuş Mu kıtasına gider. Bu gidiş gerçeğe bir yolculuk mu, yoksa bir rüyaya adım atmamı kimse bilemez ! Bu gidişiyle birlikte adı MU’ya dönüşür. Atlantis’te doğan Mu, Mu güneş imparatorluğu’na eğitime gitmeye hazırlanmaktadır. Kendisiyle birlikte bu eğitimi almaya hak kazanan bir kişi daha vardır : Ezher. Ezher, Mu’nun uykua dalmadan önceki Fikriye’sinden başka değildir. Mu’nun, Mu’daki ilk görevi; yüzyıllar sonra soyları tükenme tehlikesiyle karşı karşıya kalacak olan soydaşlarını, dehr zamanı kullanarak Ergenekon güvenli bölgesine götürmektedir. Ergenekon yüksek dağlar, sarp kayalıklar arasındadır. Çok uğraşırlar ama yerini bir türlü bulamazlar. Tam umutsuzluğa düştükleri bir anda, dik bir kayanın üzerinde bir bozkurt görünür. Bozkurt; Kıyan, Tukuz, Almıla, Bengül ve Mu’yu Ergenekon güvenli bölgesine götürür. Görevini başarıyla tamamlayan Mu,dönüşte tüm evrenin haritasını çıkarmayı başaran vimanaların kaptanı taomen ile tanışacaktır. Taomen, kendini uzay bilimlerinde çok geliştirmiş bir 2000’li yıllar gencidir. 2000’li yıllarda yaşanacak olan Altın Çağ uzay bilimleri dalında görevli olduğundan, zamanda yolculuk yaparak Mu kıtasına gelmiştir ve burada uza eğitimi almaktadır. Mu, aslında Taomen’nin yaşadığı ülkenin kurucusuyken burada sadece taomenin arkadaşıdır. Yaşanacak olan Altın Çağ’a kimileri bilinçli, kimileri bilinçsiz hazırlanmaktadır. Altın Çağ’da ne mi olacaktır? Öğretmen Ezher’e daraldığı bir zamanda Atatürk görünmüş ve onu 2038’e yani altın çağın tüm ihtişamıyla yaşanacağı yıla götürmüştür. Dünya’da Türkiye merkezli bir bilim, teknoloji ve aydınlanma çağı yaşanmaktadır. Geçmişte Mu Güneş İmparatorluğu’nda her alanda zirveyi gören Dünya, büyük takviminin tekrar bir tam tur atması ile yine Altın Çağ’a ulaşmıştır. Gelecekten geçmişe, geçmişten geleceğe uzanan bir bilim kurgu romanı ; sizlere bir solukta binlerce yıllık zamanı yaşatacaktır.
“…Tariximizi, tarixi köklərimizi yaxşı bilmədən, onlara hörmət etmədən müstəqil dövlətimizi gələcəkdə yaxşı qura bilmərik…” diyen Umummillî Lider Haydar Aliyev’in sözlerini bir vasiyet ve hedef olarak kabul eden Azerbaycan, barışçıl girişimlerini reddeden Ermenistan’a karşı düzenlediği kırk dört günlük muharebe sonucu Ermeni ordusunu yok edip kaybedilen topraklarının büyük kısmını geri aldı. Bu başarıdan en çok mutluluk ve gurur duyan devlet, zaferin kazanılması için başından beri her türlü desteği veren ve kardeşlerinin daima yanında duran Türkiye oldu.
BİR AZERBAYCAN KİTABI, bölgesinin en güçlü devletlerinden biri olma yolunda hızla ilerleyen Azerbaycan ile Türkiye’nin iki kardeş devlet olarak tüm küresel etkilerin dışında, kişisel siyasi hedeflerin uzağında, her zaman iş birliği ve yardımlaşma duygularıyla hareket etmesinin kaçınılmaz olduğunu anımsatmak için kaleme alındı. Ermeni katliamcıların kurbanı olmuş Azerbaycanlılara rahmet, kahraman şehitlere minnet ve gazilere şükran duygularıyla…
Bu kitabın diğer kitaplardan farkı burada onu karşılıksız sevenler var.
Onun dimdik duruşunu, davaya olan inancını sevip ona saygı duyan, onu seven insanlar var…
Aşireti delisi kendisi Avşar,
Atıyla karlı dağları aşar,
Görenler Çölloğun fendine şaşar,
Avşar’ın aslanı sen misin Çölloğ
İlikli heybeyi terkiye astı
Papazın kızının saçını kesti
Güççük Hasan’la Yozgat’ı bastı
Tanımaz bir canı bir adam Çölloğ
Çölloğun meskeni fakirin yurdu
Fakir fukaraya ihsanı vardı
Ermeni’den aldı yoksula verdi
Kutnudan kumaşın harmanı Çölloğ
Kayseri yurduna bir cenk kuruldu
Cem oldu ahali orda derildi
Ağzı açık dört zaptiye vuruldu
Görenler seyretsin al kanı Çölloğ
Erciyes dağını kantar mı tartar
Tartarım diyenin belası artar
Gel Çölloğ şimdicik yakayı kurtar
Fakirin atası sen misin Çölloğ
Danişmendliler, Anadolu’ya geldikleri tarihten itibaren (1071-1178) Malatya’dan, Sakarya’ya, Maraş’ı da içine alacak şekilde Karadeniz kıyılarına kadar olan geniş bir coğrafyada egemenlik kurmuşlardır. Sultan Alpaslan’dan sonra tahta geçen oğlu Melik Şah’ın yeğeni (Kız kardeşinin) oğlu Danişmendli Melik Ahmet Taylu) H/466-M/1072 tarihinde vezir Nizamül Mülk’ün tavsiyesi ile Darül Cihad olan Rum’a (Anadolu) Selçuklu sancağı ve bayrakları ile gönderilmiştir.
Kendisi yüksek vasıflara sahip bir kumandan ve ferasetli bir devlet adamı idi. Malazgirt zaferinden sonra Anadolu’ya gelerek Danişmendli Devletini kurdu. Tokat’ın Niksar ilçesini başkent yaparak Malatya, Tokat, Amasya, Sivas, Çankırı, Ankara, Kastamonu, Kırşehir, Yozgat, Kayseri, Maraş, Urfa çevresini hâkimiyeti altına aldı.
İnsanların doğdukları ve doydukları yerlere minnet duymaları ve memleketlerine olan gönül borçlarını bir şekilde ödemeleri gerektiğine inanırım.
Gelecek, geçmiş üzerine kurulur. Geçmişle gelecek arasında köprü kurmak bizlerin asli görevi olmalıdır. Bu çalışma böyle bir düşüncenin ürünüdür.
Kuşaklararası iletişim, anlatım ve anlayış eksikliklerini gidermek, eski ile yeniyi kaynaştırmak, genç nesil ile atalarının irtibatını koparmamak, köyde yaşayan ile şehre göç edenin birbirini anlamalarını sağlamak; geçmiş âdet, gelenek ve göreneklerle yeni yaşam tarzını harman etmek, kırsal yaşamın gerekleri olan tarım ve çiftçilik hayatı ile modern hayatın bütünleşmesine katkıda bulunmak temel amacımdır.
Şemsettin Küzeci’nin Kerkük’te Türk Soykırımları kitabı Azerbaycan Türkçesine aktarıldı.
Kərküklü jurnalist, yazıçı dr. Şəmsəddin Küzeçi 20 ilə yaxın bir müddətdə Azərbaycan və İraq Türkmənləri arasında önəmli bir mədəniyyət körpüsü qurmuşdur. Azərbaycana etdiyi hər səfərdə yeni bir əsərlə dostlarının qarşısına çıxmışdır. Azərbaycan xalqının könlündə taxt quran Küzeçi bizimlə yanaşı Professor Qəzənfər Paşayev, Əkbər Qoşalı, Rəsmiyə Sabir, Əflatun Amaşov, Hikmət Babaoğlu və başqa ziyalı və ədəbiyyatçılarla da ortaq işlərə imza atmışdır.
Bu kitab Şəmsəddin Küzeçinin qələmə aldığı ən önəmli əsərlərdən biridir. Çünki Küzeçi bu kitabda İraq Türkmənlərinin son yüz ildə məruz qaldığı soyqırım, qətliam susdurma siyasətini əks etdirmişdir. 1918-ci ildə Osmanlı İraqdan çəkildikdən sonra İngilislərin etdiyi hiyləgərliklərə də yer verən Küzeçi kitabda sənədlər və şəkillərlə birlikdə İraqda yaşamaq uğrunda mübarizə verən İraq azərbaycanlıların faciəsini bütün dünyaya hayqıraraq göstərir.
Selahaddin Kaya’nın ardından, Osmanlı Devleti tarih sahnesinden çekildikten sonra, Irak Türklüğü âdeta yetim kalmıştır. O tarihten sonra Irak’ ta İngilizlerin himayesinde kurulan Krallık rejiminin ve daha sonra baskıcı cumhuriyet hükûmetlerinin hâkimiyeti altında yaşamaya başlayan ve en sonunda Saddam Hüseyin iktidarında uğramadıkları zulüm kalmayan Irak Türkleri, 20. yy. boyunca, varlıklarının inkârından temel hak ve hürriyetlerinin gasp edilmesine, sürgünlerden hapislere, idamlardan katliamlara varan bir dizi mezalimle karşı karşıya kalmışlardır. Bu haksızlıklara karşı Irak Türklerinin bir kısmı mücadeleyi Irak içinde yürütürken bir kısmı da Irak dışına çıkmış, bilhassa anavatan Türkiye’de Irak Türklüğünün adını duyurma, milli varlığının, sosyal ve kültürel değerlerini koruma yolunu tutmuştur. Bu kutlu mücadelenin isimsiz kahramanlarından biri de Selahaddin Kaya’dır. O, Yerleşmiş olduğu Kayseri’ de uzun yıllar Irak Türklerinin haklı davasını gür sesle dile getirmiş, elindeki kısıtlı imkânlara rağmen bu mukaddes mücadelede bir gün dahi geri adım atmamıştır. Ömrünü Irak Türklüğünün yükselişi için feda eden Selahaddin Kaya’nın aziz hatırası bu kitap vasıtasıyla unutulmayacaktır. Onu, bu değerli eserle yâd eden ve Irak Türklerinin beka davasının yeni nesillere devredilmesini sağlayan Sayın Ziya Şahin’i bu değerli çalınmasından dolayı kutlar, eserinin Selahaddin Kaya’nın ruhunu şad edeceğini ümit ederim.
Prof. Dr. Çetin Saatçi
Kayseri 2023
On dokuzuncu yüzyılın ünlü meddahlarından Cerrahpaşalı Küçük Ali, çok iyi Rum ve Ermeni taklidi yaparmış. Onu diğer meddahlardan farklı kılan ise “Atlı Doktor” olarak bilinen Rum Doktor İstrati’ye de çok benzemesiymiş. Ona benzemesinin Aralarındaki benzerliğin meyvesinilerini de fırsat buldukça yermiş. Ramazan günlerinde kahvehanede sigarasını tellendirirken çevreden birisi gelip de onu paylayacak olsa hemen Rumca konuşarak İstrati’nin taklidini yapmaya başlarmış. “Neden oruç tutmuyorsun?” diye üzerine giden kişi bir anda ne yapacağını şaşırarak geri çekilip gidermiş
GÂVURA, GÂVUR DENMEYECEKMİŞ
Galata’da Voydova karakolunda kudemadan bir tabur ağası var imiş. Hıristiyan ahali ara sıra bir Müslüman yakalayıp karakola götürür ve bana gâvur dedi diye cezalandırılmasını istermiş. Taburağası, “Ay oğul anlatamadık mı? Şimdi gâvura gâvur denmeyecek. Söyleye söyleye dilimizde tüy bitti.” Diye kabahatliyi tekdir ve tevbih eylermiş.”
AYAKLI EVRAK HAVALESİ
Ahmet Vefik Paşa Bursa Valisi iken, valilik makamına gelen birisi, eski mal müdürlüğü memurlarından iken, nasılsa yaptığı bir yanlışlık yüzünden görevinden alındığını söyleyerek adaletin yerini bulması için tekrar eski işine getirilmesini istemiş. Ahmet Vefik Paşa, “Hani, dilekçen nerede?” diye sorunca adam, “Kâğıt ve pul param olmadığı için bir şey yazamadım; işte böyle, bizzat halimi arz etmeğe geldim.” cevabını vermiş. Ahmet Vefik Paşa, masanın üzerinden bir tebeşir alarak adamın sırtına, “Defterdar Efendiye, 15 Haziran 1280” kaydını yazarak, “Haydi, defterdara git, seni oraya havale ettim.” demiştir.
Yüzlerce yıl Roma ve Bizans hâkimiyetinde kalmış olan Drama’nın tarihinin Makedonya Krallığı dönemine kadar dayandığı kabul edilmektedir. Bölgede 1356’da başlayan Sırp yönetimi 1371’e kadar sürmüştür. Bundan sonra kısa bir süre tekrar Bizans hâkimiyetinde kalan bölge, 1382’de Osmanlı yönetimi altına girmiştir. Kısa bir süre sonra ise Anadolu’dan Drama’ya Türk göçü başlatılmıştır. XV. yüzyıl ortalarında Drama’da 54 hanelik Müslüman nüfusa karşılık 152 hane Hıristiyan nüfus mevcuttur. 1487’de ise Drama’da yaklaşık 400 Müslüman, 700 Hıristiyan yaşamaktadır. Drama’nın nüfusu, XVI. yüzyılın sonlarında 1500 kişiyi, XVII. yüzyılın ortalarında ise 3000 kişiyi bulmuştur. 1909 yılına gelindiğinde ise Drama sancağında 11.809 Hıristiyan, 66.134 Müslüman erkek nüfus mevcuttur.
XIX. yüzyılda, Drama’nın merkez kazasına bağlı mahalle ve köylerde sayı olarak birinci sırada olan Müslümanlardan sonra Rumlar ve Bulgarlar gelmektedir. Osmanlı Devleti’nin azınlık isyanları ve Rus işgalleri sonucunda Balkan topraklarından çekildiği süreçte Drama, Rumların ve Bulgarların çıkardığı olaylara sahne olmuştur. Her iki topluluk için bölgede sahip oldukları nüfus, güçlü bir dayanak ve ümit kaynağı olmuştur.
Drama’ya bağlı mahalle ve köylerin nüfus durumunu gösteren 1830, 1838 ve 1843 tarihli defterler mevcuttur. Çalışmamızda 1838 yılı verilerini içeren, Müslüman yerleşimlerdeki erkek nüfusun kaydının tutulduğu 4549 ve 4550 numaralı defterleri tercih ettik. Defterlerin ilk sayfalarına sayımı yapılan mahalle ve köylerin isimlerini içeren fihristler konulmuştur. Bir sayfaya azami, her sıraya beş kişi gelecek şekilde yedi sıra işlenmiştir. Kişiler için sıra numarası verilse de hanelerin ayırt edilmesini kolaylaştıracak numaralar verilmemiştir. Daha sonra eklenmesi düşünülen açıklamalar için olsa gerek, sıraların arası, bir sıra daha yazılabilecek şekilde açık bırakılmıştır. Üzerinde çalıştığımız defterler, muhtemelen, önceden yazılmış nüshaların temize çekilmiş halidir. Çünkü defterlerde, karalamalar ve düzeltmeler “yok” denecek kadar azdır.
Drama, I. Balkan Savaşı esnasında Bulgarlar tarafından işgal edilmiştir. Fakat savaş sonrasında, Bükreş Antlaşması’yla (Ağustos 1913) bölge Yunanistan’a bırakılmıştır. Yaklaşık on yıl kadar Yunanistan yönetiminde yaşayan Drama Müslümanları, 24 Temmuz 1923’te imzalanan Lozan Antlaşması’nın mübadeleyle ilgili hükmü gereğince, Türkiye’ye göç etmiştir.